Gazete sayfalarında gördüğüm bir çift kocaman gözdü beni geçmişe
sürükleyen. İlkokula başlayacakmışım babam öyle diyordu elimden tutup
çekiştirirken. Babam benim olan ama uzaklığı ile bir o kadar da yabancı
olan adam, sanki ilk kez elimi tutuyordu. Mahalle arasındaki bir
fotoğrafçının kapısındaydık ben, ablam ve babam. Kızların fotoğrafını
çektirecektim diyen sesini duyduğumda, cinlenmiş çocuklar gibi tepinmeye
kendimi oradan oraya atmaya başlamıştım bile. Fotoğraf çektirmenin
kıymetli olduğu zamanlardı. Mahallelerde fotoğrafçılar gezer fotocu
geldi foto diye bağırır hayatlarımıza bir karenin ölümsüzleştirdiği
anların kıymetini yerleştirmeye çalışırlardı. Ki çocukluğuma ait
fotoğraf sayısı bir elin parmakları kadardı işte. Tepinmem karşısında
afallamış olan fotocu şaşkınlıkla bana bakıyor, babam suratıma tokadını
yerleştirmemek için kendini zor tutuyor gibiydi. Ablam beni tutup ne
oldu niye ağlıyorsun deyince basmıştım çığlığı senin saçların çok güzel
elbiselerin temiz benimse halime bak saçlarım gıjık içinde, elbisem hiç
güzel değil. Olayı nihayet kavrayan babam tamam gel yanıma deyip
cebinden çıkardığı küçük dişli erkek tarağıyla gıjıklarımı açmaya
çalışmıştı ki hem güzelleşeceğim diye seviniyor hem de tarağın saçlarımı
sadece yolmasıyla sonuçlanan babamın başarısız girişimi sonucuna daha
çok sinir oluyordum. Tabi kimse benim o sanrılı kaprisimi çekemedi ve
doğruca flaşı patlatma suretiyle ilk vesikalık fotoğrafım yüzümde sahte
bir gülümseme, yana yatırılmaya çalışılmış dağınık bir saçla şimdiye
komik bir anı olarak kaldı.
7 yaşındayım doğup büyüdüğüm bu yer dışında bir dünya var biliyorum,
ama ben hiç görmedim. Televizyondan öğreniyorum dünyayı ve şehirleri. En
çok da denizi merak ediyorum, masmavi suları. Dağ çocukları neden en
çok denizi merak eder diye soruyorsunuz biliyorum. Sonlu, çevrili
hayatlarımıza sonsuzu eklemek için olabilir mi? Belki, ama size anlatmak
istediğim başka bir şey var aslında siz ilk vesikalık fotoğrafınızı
nasıl çektirdiniz hatırlıyor musunuz? Ben dün gibi hatırlarım ki o
sayede gördüm denizi, tramvayları, öfkeli kalabalıkları, vicdanı ve
adaletsizliği.
Bir gün babam bugün sen otlatma koyunları hazırlan şehre gideceğiz
diyor ya havalara uçuyorum. Ben de artık şehri göreceğim, çok katlı
evleri, çarşıyı ve çok sayıdaki bakkal dükkânlarını.
İstediğimbisküvileri, şekerleri alır mı acaba babam? Of almazsa almasın
yeter ki şehre göreyim ben. Köy minibüsü gelir gelmez koşuyorum ön
koltuğuna ama hop kolumdan tutan Halo Bedri orası benim yerim edasıyla
atıveriyor beni arkaya ama olsun hiçbir şey mutsuz edemez, şehre
gidiyorum ya ben. Bu yolculuk bile bir armağan, bitmesini istemediğiniz
bir elma şekeri .Hadi keçe hadi diyen babamın sesiyle ayrılıyorum
hediyemden, elimden tutan babamın koştururcasına yürüyüşüyle bir
dükkânın önünde alıyoruz soluğumuzu. Babamın kız okula başlayacak bir
fotoğrafını çektireceğim demesiyle kalbim heyecan içinde çarpmaya
başlıyor. Ben okula başlayacakmışım, duydunuz mu ben? Okuyup avukat
olmalıymışım annem sık sık tekrarlardı bu isteğini. Yakılan yıkılan
köylerimizin, yok olan ormanlarımızın hesabını sormalıymışım. Şuraya geç
hadi bakalım kızım diyen fotoğrafçının sesiyle kendime geliyorum. İlk
fotoğrafım bu benim, iyi ki evden çıkarken en sevdiğim sarı kazağımı
giydirmiş annem, saçlarımı da lastikle sıkı sıkı bağlamıştı ama arabanın
rüzgârı dağıtmış olmalı biraz. Fotoğraf nasıl çektiriliyor ki. Ne yapmam
lazım, şuraya geç şöyle dur buraya bak derken parlayan ışıklar üzerimde,
gözlerimi kapatıyorum aç kızım gözlerini Ceylan aç gözlerini buraya bak
çek çek çektim.
Abim ilkokula başlayacakmış, orada okuma yazma öğrenecek, her gün türküm, doğruyumu okuyacakmış ya kayıt yaptırması gerekiyormuş babamın.
Hadi hazırlan gidip fotoğrafını çektirelim diyordu o tok sesiyle.
Fotoğraf kelimesini duyduğumda aklıma komşumuzun evinde gördüğüm sarı,
kırmızı, yeşil çiçeklerle süslenmiş arkasında koca koca dağların
bulunduğu Mehmet abinin gülen yüzü geldi. Annesi her göz göze geldiğinde
eline alıp şehidim, oğlum diye öpmelere boğuyor çerçeveyi. Bu onun tek
fotoğrafıymış, ondan geriye kalan bir tek kare. Ne acı değil mi, bir
ömür ve sadece bir tek çerçeve. Bende onlarla gitmeliydim, benim de bir
fotoğrafım olsun annem onu evimizdeki vitrine koysun beni her gördüğünde
öpsün sevsin istiyordum. Âmâ şimdi babama bunu nasıl söyleyebilirdim
ki. Kesin kızar bana nerden çıkarıyorsun böyle şeyleri, isteklerin de
hiç bitmiyor derse ya. Babam ve abim yola düşünce gizliden peşlerine
takıldım bende. Benimde mi illa okula başlamam gerekiyordu bir
fotoğrafımın olması için, eğer öyleyse babama söyleyeyim de beni de
kaydetsindi. Fotoğrafçıda amma uzaktaymış hani, ayaklarım çok acıdı.
Koşsam babama seslensem beni kucağına alır mı ki. Babam benim babam
sessiz, sakin ama öfke dolu olan babam. Oh nihayet durdular. Baba ben de
geldim. Şaşkınlık ve kızgınlıkla bana bakan abimin niye geldin
sorusuyla ağlamam bir oldu ‘benim de fotoğrafımı çeksinler, ben de
istiyorum. Babam ikinci bir fotoğrafa para ödemeyi hiç mi hiç
düşünmezken fotoğrafçının abi çektirelim hazır olur esnaf kurnazlığı ile
babam ikna olmuş ve ben de kendimi fotoğrafçı sandalyesinde
buluvermiştim. Baran buraya bak, bakamam ışıklar gözlerimi kamaştırıyor.
Aç lo gözlerini buraya bak de hadi çek çek çektim.
Son fotoğrafım mı onu hepiniz biliyorsunuz aslında hayvan otlatmaya
gittiğim bir vakit askeri taburdan üzerime atılan bombayla parçalanan
bedenimin, etrafa dağılan ciğerlerimin parçalarının olduğu o son
fotoğraf karesini. Annem bu kez saçlarımı değil de parça parça ciğerimi
toplamaya çalışmış eteğine. Benim kederli, direngen, isyan annem.
Çığlıkları karışmış gökyüzüne ceylan aç kızım aç gözlerini diyen.
Fotoğrafımı çekmek için gelmesi gereken savcı ve askerler ise korkmuşlar
gözlerimden, can güvenliklerinden oysa ben bir çocuğum daha denizler
görecek olan…
Baran’ım ben evet büyüdüm 13’üme girdim. Birkaç gün önce ilçemizde
bulunan 34. Motorlu Tugay Piyade Komutanlığı’na yakın bir yerde oynarken
bulduğum T-40 bomba atar mermisinin elimde patlamasıyla parçalandı
bedenim.Son fotoğrafımda kapattım gözlerimisıkı sıkı, patlayan bombanın
kamaştıran ışığından korktuğum için. Annem; vicdan sahibi, özü sözü bir
annem öpüyor mudur şimdi geriye kalan tek resmimden…
İlk fotoğraftaki ben ise tanıklık yapıyorum her düşen küçüğüme.
Yıllardır süren savaşın en büyük mağduru olan ufacık yüreklere. Kimi
zaman kimliği, onuru, geleceği için taş atan çocukluklarına, kimi zaman
sokaklarda polisten köşe bucak kaçışmalarına, kimi zaman küçük
generaller olup gazete dağıtımcılıklarına ve kimi zamanda polis
kurşununa, panzerine yenik düşmelerine…
Bizim çocuklar neden mi gözlerini kocaman açıp fotoğraf çektirirler,
işte tam da bu yüzden; erken gidecekleri ihtimalini bilirler de doya
doya kocaman kocaman bakmak isterler dünyaya. Endişeli, ürkek ve merak
içinde.
Ve ben hala vesikalık fotoğraflar çektiriyorum, saçları düzgün taranmış,afili fakat yüzünde hala o sahte gülümseme ile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder