15 Ocak 2012 Pazar

Kefensiz Kadınlara Ağıt


Medine Memi anısına…
 
Küçük bir çocukken en çok denizi merak ederdim. Balıkların su altında nasıl yaşadıklarını, gemilerin nasıl yüzdüğünü ve denizkızlarının güzelliklerini. Su altında bir yaşamın olması fikri bile beni heyecanlandırırdı. Oysaki hiç deniz görmemiştim, yüzlerce kilometre uzaklıktaki sevdama kavuşabilmem ise henüz yaşadığı ilin merkezini bile görmemiş olan ben için neredeyse imkânsızdı. Annem bu hevesimizi leğenlerin içini su doldurarak çözmeye çalışmıştı ki saatlerce içinde sadece oturabildiğimiz leğenlerden çıkmaz olurduk. Su altında en çok kim kalacak yarışması düzenler nefesimizi tutar saniyeleri saymaya başlardık. Ben bir denizkızıydım ve en çok ben kalmalıydım ta ki biri beni kafamın gömülü olduğu leğenden çekip çıkarana kadar.
Ve şimdi içine konduğum çukurda üzerime atılan toprakla nefessiz kalmışken yardım istiyorum içimdeki denizkızından. Kendime sakin ol geçecek hadi derin bir nefes al diyorum, birazdan çıkaracaklar seni ve bitecek bu ceza. Sakin ol yoksa öleceksin, sakin ol, sakin ol. Son yirmi dakikadır kendime telkinde bulunmaktan yoruluyorum. Ağzımı kapatan eşarptan kurtulmaya çalışmak bile yoruyor beni. Bir çığlık atabilsem, anneee diye bir bağırabilsem biter belki bu eziyet, bitmez mi? Nefes almak istemiyorum, soluduğum topraktan başka bir şey değil soluk borumdan ciğerlerime akan. Ciğerlerime doluşan toprak solmamak için köklerini daha derine daha derine ulaştırmaya çalışan bir çiçek gibi şimdi. Ölüyorum.
Adım Mekke. Henüz on altı yaşındayım. Size kendimi istediğim gibi tarif edebilirim. Sarı uzun saçlarım, masmavi gözlerim ya da uzunca boyum, badem gözlerim, siyah kısa saçlarım var da diyebilirim. Güzellik anlayışlarınıza göre her biriniz için ayrı bir ben olabilirim, kemerli burnumun yüzüme kattığı sertliği hiçbirinizin görmeyecek olması ise ne güzel. İlk kez kendimi şanslı hissediyorum çünkü bir tek kare fotoğrafı bile olmayan benim sizden masumane isteğim; beni güzel bir kız olarak hayal etmeniz, acı ama evrene benden kalan tek şey sizin hayalleriniz olacak.


 
Eski zamanlarda tanrılara sunulan kurbanlar gibiyim, hareketlerim ayinsel törenlerini engellemesin diye ellerim, ayaklarım ve ağzım bağlı. Dedemin hiç durmadan öfke ile okuduğu dualar, annenim kendinden geçercesine bir o yana bir bu yana salınması, babamın ağzının içinde gevelediği namus namus, namus nakaratı törenin heyecanını ortaya seriyor. Mekke kirlenmişti ve bu utanç bir sır gibi benimle şimdi tam da burada toprağa gömülmeliydi. Ellerim arkadan bağlı olmasaydı, avuçlarımı açıp yalvarsa idim babama, avaz avaz bağırsaydım yapmayın diye çıkarırlar mıydı ki beni bu çukurdan. Babamın bayramdan bayrama öpmek için tutabildiğim ellerine dokunabilseydim, hatırlar mıydı acaba kızı olduğumu? Bir kez bile saçımı okşamamışken o eller, almamışken şefkatle kollarına, ben şimdi korkudan ölmek üzereyken sarılıp geçti kızım der miydi ki acaba? Keşke…
Bizim buralar küçük yerlerdir. Tek düzelik yaşamlarımıza o kadar işlemiştir ki tek bir çark bile yerinden oynasa bütün mahallede domino taşlarının birbirini yıkması gibi etki yaratır. Yaptığın yemeğin kokusunu herkes solur, misafire döktüğün kolonyanın limon mu tütün mü olduğunu bile cümle âlem bilir. Sabah söylediğin şeyi, akşam sana sanki sen olaydan bihabermiş ve öznesi değilmişsin gibi anlatıcıları bile vardır buranın. Kulaktan kulağa oyunundaki ilk oyuncunun şaşkınlığı ile dinliyorsan bir de anlatıcıyı gülmemek için kendini zor tutarsın. İşte ben de çok geziyormuşum, hem de bir erkekle. İnsanın sevdiği biriyle buluşması, çok gezmesi ne zamandan beri suç ya da günah diyorsunuzdur şimdi. Dedim ya bizim buralar işte küçük yerler. Küçük dünyalarımızın, küçük insanlarının büyük ayıpları ve günahları ile yaşadığımız büyük veballi, çok acılı, az mutlu viranesi.

Komik gelecek belki ama benim için açtıkları çukur bir mezarı bile anımsatmıyor. Kimse yerimi bulmasın diye bana layık gördükleri yer evimizin bahçesinde bulunan tavuk kümesinin altı. Her gün yumurtaları almaya gelecek annemin vicdanının gömülü olduğu yer. En çok annemin sessizliği canımı acıtan. Anne kurtar beni ne olur diye bakarken gözlerine, kaçırdığı bakışlarıyla nefessiz kalmıştım aslında… Beni attıkları çukurun içinde ayakta duruyorum üzerime atılan her kürek toprak, korkumu beslemekten başka bir şeye yaramıyor. Nefessizlikten önce sanırım bu korku öldürecek beni. Dizlerime kadar toprak içindeyim. Eli ayağı kesilmek deyiminin anlamını en çok şimdi kavrıyorum. Direnecek gücüm kalmıyor. Otursam mı? Canlılara hayat veren toprak birazdan benim canıma son verecek.
Henüz on altı yaşındayım ve suçluyum. Kaynayan kanımın buharıyla savrulduğum için aile meclisinde cezam kesildi. Aşık oldum evet, annemim babamın onayını almadan aşık oldum. Ne saçma değil mi tarifi bile olmayan bir kavramın onayının, yasasının, zorunluluklarının olması. Küçükmüşüm tek başıma aşık olup olmayacağıma karar veremezmişim, herkesle gezip tozamazmışım. İyi de ben kötü bir şey yapmıyorum ki. Daha önce yine bu sebeple birçok kez dövdüler beni, ağzımdan burnumdan akan kanlar bile şiddetini kesmiyordu yumruklarını babamın. Yardım çığlıklarım, o tüm duyulmayanı duyan komşularımızın kulaklarına nedense hiç ulaşamıyordu. Dayaktan bitap düşmüş beni ayıltmaya çalışan annemin ellerime döktüğü keskin kokunun ne olduğunu kimse kendine fısıldamıyordu bile. Bir keresinde polise sığınmışken; olay büyümesin, duyulmasın diye kendi elleriyle babamın tekme ve tokadına teslim edilmiştim ben. Birkaç gün sonra aile büyüklerimiz bir bir kapımızı çalmışlardı. Hoş geldiniz dediğimi tek biri bile duymamıştı. Asık suratları yüzlerinden düşmesin diye mandallamak bile geçiyordu içimden. Tek tek yerlerini aldıktan sonra beni kapı dışarı etmişlerdi bile. Dedem namusumuz kalmadı diye hışımla sürekli ama sürekli bir şeyler geveliyordu ağzında. Sesi bazen gürce çıkıyor “orospu orospu” diye haykırıp soluksuz kalıyordu. Diğerlerinin de sesi aynı nakaratı tekrar edince karar anına varmak hiç de uzun sürmemiş oldu. Karar alınmıştı "Mekke kirlenmişti" ve bu bütün aile camiası için kutsal bir meseleye dönüşmüş, katlim vacip kılınmıştı.
Tam üç gün üç gece katilimi beklemekle geçirdim günlerimi. Evden çıkmam yasaklanmıştı. Kapılar sıkı sıkı kilitleniyor, başımda sürekli güya bana hissettirilmeden nöbetçiler bekletiliyordu. Güçlü olmaya çalıştıkça korkudan elim ayağım daha da tutmaz oluyordu. Ağlama nöbetlerim, nöbetçilerimi yanımdan kaçırıyordu. Kimsenin bana merhamet ettiği, edeceği yoktu. Öfke, kızgınlık, hayret, korku vs vs duygularım birbirine karışıyordu. Evde bulunan herkes gözlerini benden kaçırıyordu, yokmuşum gibi davranmak daha kolay oluyordu sanırım. Umudum kalmamıştı. Kim öldürecekti beni ve nasıl ölecektim. Bir düşünsenize günleriniz kafanıza sıkılacak kurşunu ya da boynunuza geçirilecek ilmeği düşünerek geçiyor. Sonra ölümlerden ölüm beğeniyorsunuz kendinize. Lütfen beni yakmasınlar da nasıl öldürürlerse öldürsünler derken buluyordum kendimi hayretler içinde.
Ve şimdi bu lanet çukurun içindeyim, boğuluyorum. Hayallerim vardı benim oysa. Denizlere kavuşmak, beyaz gelinlikler arasından en güzelini seçmek, korkusuzca sevdiğim adamın ellerinden tutup sokakları arşınlamak, kendi evimde küçük güzel kızımla pastalar yapmak. Üzerime atılan her kürek toprakla isteklerim saydıkça çoğalıyor, aklıma görmek istediğim sevdiğim sanatçılar geliyor şimdi de, sahip olmak istediğim elbiseler, takılar. Ve sütlü irmik tatlısı. Hayallerim benimle bu ölüm kuyusuna gömülmesin istiyorum. Hayal değil mi şimdi hepsini uçan balonlara yükleyip bırakıyorum gecenin karanlığına. Balonum bir gün sizin elinize geçerse yapmak istediğiniz şeyi benim yerime de yapın olur mu?
Mekke’nin kirini örtmek için sessizliğe bürünmüş gece, çıtı çıkmayan vicdanlar, fısır fısır okunan dualar. Bir kefenim bile yok benim, kefenim anne.
Oysa ben bir denizkızıydım, okyanuslara kavuşacak olan.
Tavuklar gıdaklıyor, duyuyor musunuz?


 
Bir 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde yine aile içi şiddete, tacize, tecavüze, namus cinayetlerine, ataerkil toplum düzenine, militarizme, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, savaşa karşı sesimizi yükselteceğiz. Yitirdiğimiz, sahip çıkamadığımız, koruyamadığımız hemcinslerimiz için isyan edeceğiz, kadın kırımına son diyeceğiz. Ve daha yaşanılır bir dünya umudumuzu canlı tutmanın çığlığını yükselteceğiz.
(Medine Memi Adıyaman’da akrabaları tarafından diri diri toprağa gömülerek öldürüldüğünde henüz 16′sındaydı. Yukarıda okuduğunuz öykü Medine’nin yaşadıklarına atfen yazılmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder